Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. M. Fatih Andı İle Röportaj

Fakültemiz öğretim elemanı Öğr. Gör. Serkan ÜNAL’ın, Üniversitemiz  Rektörü Prof. Dr. M. Fatih ANDI ile yapmış olduğu röportaj metni:

Öğr. Gör. Serkan ÜNAL: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin kuruluşunun üzerinden on yıl kadar bir süre geçti. Bu geçen süreyle birlikte misyonu ve vizyonu göz önünde bulundurulduğunda üniversitemizi nasıl bir yere konumlandırıyorsunuz?

Prof. Dr. M. Fatih ANDI:  Evet, üniversitemiz 10 yıllık bir üniversitedir. Kuruluşunda belirlemiş olduğu amacı ve buna bağlı olarak işlev ve görevleri var. Hem bu vazifeleri, hem de bu vazifeleri dışarıya nasıl göstereceği yani kendisini nasıl tanıtacağı konusu her kurum için olduğu gibi bizim kurumumuz için de çok önemlidir. Üniversitemizin belki de daha kuruluş yıllarında kendisine misyon olarak biçtiği iki söylem vardı. Bunlardan birisi “Tarihin birikimiyle bilim ve sanatın ufuklarına”, diğeri de “Değer verir.” sloganı. Kurumlar kendi tanıtım cümlelerini, üzerinde çok düşünerek seçerler. Bu iki slogan bizim misyonumuzu da vizyonumuzu da işaret eder, en azından ilan eder.

Tarih bize bir birikim getirir. Her uygarlık, her toplum bir tarihe sahiptir. O tarihi birikim olmazsa, zaten medeniyet de inşa edilemez. Medeniyetler bir tarihi tecrübenin üzerine inşa edilebilen büyük sistemler, görünümler ve olgulardır. Bu sebeple, “tarihin birikimiyle” dendiğinde -kaçınılmaz olarak- bu slogan, bizi ait olduğumuz toplumun, milletin ve ümmetin geçmişine götürecek. Bizim tarihimiz ise Asr-ı Saâdet’ten bu güne gelen, bir büyük medeniyet birikimini ihtiva eden bir tarihtir.

Öyleyse bizim misyonumuzun bir tarafı da, öğrencileri bu büyük medeniyet birikiminden haberdar etmektir. Tabi, her haberdar oluş bir bilgilenmeyi, her bilgilenme de bir mesuliyeti gerektirir. O yüzden bizim üniversitemizin birinci çıkış noktası, tarihin bize ulaştırdığı büyük birikimden haberdar olmak, onu bugünün hayatında işlevsel bilgiye dönüştürmek, bilgiye dönüştürdükten sonra da o bilginin ürettiği bir yaşama tarzı inşa edebilmektir. Bu üçlü denklemin bir tarafı eksik olursa diğer tarafı işlevsel olmaz. Yani bir taraftan haberdar olacağız, bir taraftan da bunu bilgiye dönüştüreceğiz. Ama bilginin kendisi tek başına bir hedef değildir. İnsanlar, yapmak için bilmek zorundadırlar. Aksi takdirde, faydasız ilim dediğimiz bir tablo ortaya çıkar. Hz. Peygamber Aleyhisselam “Allahım. faydasız ilimden sana sığınırım.” demiştir. Eğer “amel”e, pratiğe, üretime dönüşmüyorsa, hiçbir bilimin faydası da, dolayısıyla gereği de yoktur. Öyleyse bizim öncelikli olarak yapmamız gereken şey bilgiden üretime, bilgiden eyleme, bilgiden amele dönük bir hassasiyeti öğrencilerimize vermektir.

Tarihin birikimiyle bilim ve sanatın ufuklarına”… Bu sloganımızın -ki vizyonumuzu ve misyonumuzu belirliyor demiştik- ikinci kısmı ise “bilim ve sanatın ufuklarına” idi. Burada bir gelecek tasavvuru var. Bu gelecek tasavvurunu hem bilim hem de sanat vasıtasıyla oluşturmayı düşünüyoruz ki “bilim ve sanatın ufuklarına” demişiz.  Yani tek ayakla yürümüyoruz, hem bilimle hem de sanatla yürüyoruz. İyi, hoş, güzel de, hem bilim hem de sanat, bir medeniyet zemini olmadan, medeniyeti besleyen din olmadan medeniyet olmaz. Hani, Sezai Karakoç diyor ya “Her din, bir medeniyeti doğurur.” Her medeniyet bir dinin içinden doğmuştur. Öyleyse biz İslâm medeniyeti diyorsak, arkasında onu yapan büyük birikim, büyük bir öğreti olarak İslâm dinini unutmamamız gerekiyor. Bunu böyle kabul etmeliyiz. Bu böyleyse o zaman geleceğimizi de bu zemin üzerinde durarak tasavvur ve inşa etmeliyiz. Öyle olduğu zaman da, bilim de, sanat da, bizim bu zeminimizde, yani İslâm medeniyetini yapan inanç zeminimizde yorumlanmalıdır. Yani bu zeminde planlanmalı, bu zeminde pratiğe dökülmeli, bu zeminde inşa edilmelidir. Bilim ve sanatın ufku, bu zeminden bakıldığında görülebilmelidir. Demek ki, bizim misyonumuzun ikinci boyutu da, öğrencilerimizi geleceğin ufuklarına, -bizim medeniyetimizin büyük birikimi içinden- bakabilme becerisini de kazandırabilecek şeklinde olmalıdır.

Öğr. Gör. Serkan ÜNAL: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin uluslararası düzeydeki tanınırlığı ve etkinliğine dair neler söylemek istersiniz?

Prof. Dr. M. Fatih ANDI: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde tanınırlığı da birinci soruya verdiğim cevaptan bağımsız değil aslında. Biz kendimize nasıl bir görev biçtiysek, o görevi ifa etmek için çaba göstermeliyiz. O ifa ettiğimiz görev doğrultusunda kendimizi tanıtmalıyız. Vizyon dediğimiz şey ise aslında biraz da bu tanıtma işidir. Nasıl görüneceğiz, nasıl tanınacağız. Hz. Mevlânâ “Siz karşınızdakinin sizi anladığı kadarsınız.” diyor. Biz karşımızdakinin bizi anladığı kadarsak, o zaman kendimizi olduğumuz gibi tanıtmak ve tanıttığımız gibi olmak zorunluluğu vardır. Bu tanınırlığın büyük kısmı, sınırların dışına taşıp uluslararası arenada tanınırlığımızı sağlayabilmekle mümkündür. Bir üniversite, adı üstünde, üniversal bir yapıdır, evrenseldir. Bu bakımdan, dar sınırların, küçük hudutların içerisine sıkışmış olamaz. Zaten ne ilim, ne sanat, ne de medeniyet böyle küçük kabile mantığıyla inşa ve ifa edilemez. Öyle olduğu için de, geniş düşünmek zorundayız. Kaldı ki, bizim üniversitemizin misyonlarının başında da, Türkiye dışındaki, -gerek gönül coğrafyamız, gerek ümmet coğrafyası dediğimiz- inanç coğrafyamızın çocuklarına, bilgiyi, üretimi taşımak, en önemlisi de, bu coğrafyanın çocuklarına bilinci ve idraki, “bakış açısı”nı aşılamak olmalıdır. Madem ki ana gayemiz bu olmalıdır, öyleyse -gönül ya da inanç coğrafyası ki her ikisi de ümmet coğrafyasını oluşturuyorlar- üniversitemizin buralarda tanıtılması gerekir; çünkü bizim gönül ve inanç coğrafyamız da neticede İslâm ümmetinin coğrafyasıdır. Öyleyse ümmet coğrafyasındaki tanınırlığımızı arttırmak için oralarda faaliyet yapmak, faaliyet ortakları bulmak, gelecekte oralara temsilcilikler açmak, oraların âlimleriyle, endişe, dert sahibi olan aydınlarıyla bir alışveriş ve yakınlık içerisinde olmak zorundayız.  Bu, bir yandan düşünce alışverişini arttıracaktır, bir yandan da bilgi alışverişini, onun üzerinden de üretim ve eylem paydaşlığını arttıracaktır. Bu olduğu zaman reklama, promosyona, yaldızlı cümlelere gerek yoktur.

Ama bunu yapmanın iki boyutu vardır. Bunlardan birincisi samimiyettir. Yani ben gittiğim bir başka topluma bütün samimiyetimle bir şeyler götürme ve onları da bilgilendirme, onlara da faydalı olma çabasıyla gitmeliyim, ikincisi de yetkinlik, alanda yeterlilik, donanım. Bu olduğu zaman zaten kendimizi daha özgüven içerisinde tanıtacağız, hatta kabımızdan taşacağız. Taşmasak da, bu olduğu zaman, yani yetkin bir üniversite olduğumuz zaman, yani her bir öğretim üyemiz, kendi alanında yetkin, güvenilir ve gayretli bir kişi olarak kendisini dışarıya ifade etmeye başladığı zaman, zaten dışarıdan bize geleceklerdir. Tanınırlık, onların çabasıyla olacaktır. O zaman iş, bizim tanıtma değil, onların tanıma çabası şekline dönecektir. “Senin elinde bal varsa, onun sineği tâ Halep’ten gelir.” diye bir söz vardır. Biz, eğer elimizdeki birikime, elimizdeki üretime güvenir hale gelirsek yani biz üniversite olarak kendi içimizde bir yetkinliği sağlamış olursak, balı üretebiliyorsak, ötekisi kendiliğinden gelecektir. Onun için biz, var gücümüzle önümüzdeki on yılda akademik kadromuzu iyileştirmek, kalitelileştirmek, üretime dönük bir çaba içerisine sokmak ve onları yetkin kılmak zorundayız. Ehliyet ve liyakat... Ehil ve yetkin hocaların elinden yetkin öğrenciler yetişir. Bir üniversitenin yurt içinde ve dışında tanınırlığı için en büyük reklam unsuru yetkin öğrencileridir.

Tüm mesele “İyi hocaların elinde iyi öğrenciler yetiştirmek”, başka bir şey gerekmiyor bana kalırsa.

Öğr. Gör. Serkan ÜNAL:  İslâmî İlimler Fakültesi’ne, nasıl bir önem atfediyorsunuz? Sizce İslâmî İlimler Fakültesi ve Müslüman toplum arasındaki etkileşim nasıl olmalıdır? Bu noktada Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinin İslâmî İlimler Fakültesi’nden beklentiniz nelerdir?

Prof. Dr. M. Fatih ANDI: İdealde, beklentilerim çok. Fakat yönetim olarak bu ideal beklentilerimiz reel düzeyde çok karşılanmıyor diyebiliriz. Şöyle ki, İslâmî İlimler Fakültemiz, mevcut yapısıyla elbette çok büyük hizmetler yapıyor. Elbette çok değerli hocalarımız var. Elbette İslâmî birikimi, İslâmî ilimler alanını öğrencilere taşımaya çalışıyorlar ama az evvel de söylediğim gibi, bir birikimi öğrenciye yüklemek kadar, o birikimi bugünün hayatında -bakın bunun altını çiziyorum, bugünün hayatında- işlevsel hale getirmek de önemlidir. Siz öğrenciye ne kadar bilgi yüklerseniz yükleyin, bilgi yükleme noktasında ne kadar iyi yetiştirirseniz yetiştirin; eğer, öğrenci bugünün meselelerine cevap üretemiyorsa, bugünün aktüalitesine dönük bir yüzü oluşturamıyorsa, orada tek ayakla bir gidiş vardır.

Hani dedik ya, “Tarihin birikimiyle bilim ve sanatın ufuklarına.” Tarihin derinliklerinden, o tarihi, İslâmî birikimi öğretiyoruz ama, bu güne taşımıyorsak niye öğretiyoruz? Bizim bütün bilgilerimiz, bütün yapıp ettiklerimiz, bütün çabalarımız bugünü anlamlandırmıyorsa, bugünümüze katkı sağlamıyorsa gerçekten faydasızdır. Öyleyse bugün Türk toplumunun veya bütün İslâm toplumlarının güncel meselelerine yüzü dönük bir öğretim üyesi profili ve bu güncel meselelere cevaplar üretebilen bir fakülte, bir birim, güncel meselelerden haberdar ve onlara dair meseleler, endişeler edinmiş bir öğrenci profili oluşturmak gereklidir. Bu ise yalnızca, dar çerçevede İslâmî ilimler anlayışının dışına taşmayı gerektiriyor.

Güncelin bilgisini de İslâmî ilimler perspektifinden kavrayıp yorumlamak gerekir. Bugün güncel hayat bambaşka alanlara doğru savrulmuş durumdadır. Eğer o savrulduğu alanlar konusunda bilgimiz yoksa kör, sağır, dilsiz kalırız. Bizim yüzümüz hayata dönük olamaz. O yüzden İslâmî İlimler Fakültemizin bu çabalarını takdir etmekle birlikte, buna yönelik olarak Müslüman toplumun güncel meselelerine çözüm üretmek, söylem üretmek, en azından söyleyeceği bir şeyi olmak konusunda fakültemizin ve İslamî ilimler tahsili veren bütün eğitim kurumlarımızın ve birimlerimizin daha fazla çaba göstermesi gerektiğine inanıyorum. Bu, dozu farklılaşsa bile, İslâm dünyasının her bir köşesinde, her ilim müessesemizde kendisini gösteren bir eksikliktir. Oysa bu elzem ve acil bir gerekliliktir ve her yerde olduğu gibi bizim üniversitemizde de tek tek her bir İslâmî ilimler hocamızın omuzlarında bir vebaldir. Bütünüyle fakülte yönetiminden öğrencisine kadar, İslâmî İlimler Fakültesinin toplam bir vebalidir ve misyonudur. Sözünü ettiğimiz bu sorumlulukları yerine getirdiğimiz zaman Müslüman topluma, en geniş ölçeğiyle de ümmete faydalı olacağız, katkıda bulunacağız, Müslüman toplumun meselelerine çözüm üretmeye çalışacağız ve üreteceğiz inşaallah. Bu hedefi bir bilinç olarak hedefinden eksik etmediği sürece bizim İslâmî İlimler Fakültemizin ufkunun açık olduğunu, çok iyi vazifeler ifa edeceğini düşünüyorum ve bunun için dua ediyorum.

Öğr. Gör. Serkan ÜNAL: Malum olduğu üzere İslâmî İlimler Fakültesi, eğitimini yüzde yüz Arapça olarak vermektedir. Buna bağlı olarak, öğrenci çeşitliliğine baktığımızda dünyanın birçok yerinden, çok sayıda öğrencinin olduğunu görüyoruz. Fakültenin bu yönüyle ilgili olarak ne söylemek isterisiniz.

Prof. Dr. M. Fatih ANDI:  Bizim İslâmî İlimler Fakültemizin en sevindirici yönlerinden biri de, dar bir kulvarda, tek tip öğrenciye seslenmeyen bir fakülte olmasıdır. Mekân, bütçe, akademisyen imkânlarımız sayısal olarak daha çok artsa da, bizim uluslararası öğrenci çeşitliliğimiz de o oranda çoğalsa. Çünkü bu öğrenciler, gittiği yerlerde de benim dinimi öğretecek. Büyük çoğunluğu birer tebliğci, öğretici, hoca olacak inşâallah. Bu sıfatları taşıyan öğrenci sayısı ne kadar çeşitlenirse, sayısal olarak ne kadar artarsa, fakülte de o kadar çok işlevini yerine getiriyor demektir. Bunun için dar bir çerçevede yalnızca bir bölgeye yönelik çalışmamak lazım. Açının kollarını daha çok genişletip, dünyanın her yerinden öğrenci kabul etmeliyiz. Gelen öğrencinin Müslüman olması bile şart değildir. Bir Hıristiyan, Yahudi, Budist yahut ateist öğrenci de fakültemize gelebilmelidir. Nereden gelirse gelsin, yeter ki benim dinimi öğrenmeye talip olsun. Müslümanlığın dışından bir dinden de öğrenci gelirse, başım gözüm üstüne. O da geldiğinde benim dinimin bilgisini elde edecek. İnşâallah Müslüman olur gider, temennimiz budur. Hidayet kime nasip olur bilemeyiz. Hidayet, Allah’ın takdirindedir. Kaldı ki, cahil düşmandansa, bilgili düşman yeğdir. Var sayalım ki bana düşmanlık yapacak, -gerçi her gelen öğrenciyi katiyyen düşman olarak göremeyiz- ama en azından bilgili düşmanım olur ve onunla oturup konuşur, bir ortak payda bulabilirim. O açıdan İslâmî İlimler Fakültemiz, bu yelpazeyi yani uluslararası öğrenci yelpazesini ne kadar çeşitlendirirse, o kadar işlevine, misyonuna yönelik çaba içerisinde olacaktır. Üniversitemiz de, bu fakültemizin bu çabasına destek olmak zorundandır. Uluslararası İlişkiler Ofisimiz, bu konuda elinden geleni yapıyor. Keşke daha geniş coğrafyalara uzanıp orada tanıtımımızı daha yetkin bir şekilde yapabilsek de, başka başka uluslardan da daha çok öğrencilerimiz olsa, onlarla da zenginleşebilsek. Çünkü her gelen ulusun farklı öğrencisi, üniversitemizin dokusuna bir katkıdır. Bir zenginleşmedir, bir çeşitliliktir.

Öğr. Gör. Serkan ÜNAL: Üniversitemiz mensuplarına ve öğrencilerimize ne gibi bir mesaj vermek istersiniz.

Prof. Dr. M. Fatih ANDI:  Aslında ben bu mesajı üniversitemizin akademik genel kurullarında da söylüyorum. Elhamdülillâh, 2020 yılı içinde, on yılımızı tamamladık. Önümüzde ikinci on yılımız var. İlk on yıl, bizim kuruluş sancılarımızla, acemiliklerimizle geçen emekleme dönemimiz ve ilk gençlik çağımızdı. Şimdi artık yetişkin olduk ve yetişkinlik yetkinliği, olgunluğu yani kemâl halini gerektirir. Biz artık ehli kemâl olmak zorundayız. Kurum olarak kâmillerden olmak zorundayız. Bu ise var olan bütün bilimsel alanlarda, artık temsil gücü kazanabilmek demektir. “İyi”lerden olmak, ilim dünyasının “salih”lerinden olmak demektir. Bu yüzden iyilerden olmak için, hem akademisyenlerimizin, hem idari personelimizin, hem de öğrencilerimizin, üniversitemizin nasıl bir geleceğe yürüdüğünün farkında ve bilincinde olması gerekir.

Bu farkında oluş, bu bilinç, bir dinamizmi, bir motivasyonu gerektiriyor. Eğer motivasyonumuz düşerse, biz önümüzdeki on yılı yerinde patinaj yaparak, boş bir şişinme ve övünmeyle geçirebiliriz ki bunlar risktir, tehlikedir. Bu duruma düşmemek lazım, tam tersine ilk başladığımız yıllardaki heyecanı ve motivasyonu, yetkinliğimizi de pekiştirerek önümüzdeki ikinci on yılımıza taşımak zorundayız.

Bunun için çalışmak şart, başka çaremiz yok. Çalışmak ama kuru kuruya bedensel bir çalışma değil; akılla, zihinle çalışmak. Öncelikle burası bir üniversite. Üniversite demek bilim, bilgi üreten, araştırma, inceleme yapan, bilgiyi ve birikimi üretime döken, ürettiğini toplumla paylaşan, bu alanlarda günceli yakalayabilen kurum demektir.

Bu akılla çalışmanın bilgi üretme ve pratikte bir fayda sağlamak noktasında amaçları olmalıdır. Biz bu amaca yönelik olarak kaliteyi arttırmak zorundayız. O yüzden önümüzdeki on yılda, bu üniversitenin en çok yapması, desteklenmesi, planlanması gereken yönü, eğitim öğretim kalitesinin arttırılması, bunun için akademik kalitenin arttırılması, bunun için de ARGE çalışmalarının yani araştırma geliştirme ve onu ürüne dönüştürme çalışmalarımızın ciddiyetle öne çıkarılması, üzerine eğilinmesi ve desteklenmesi şarttır. Önümüzdeki süreçte, bu ARGE çalışmalarımızın, ve hızlı, pratik bilgi ve bilgi odaklı çözüm üretecek merkezlerimizin çalışmalarının, bölüm veya anabilim dallarımızın standart ders verme çabalarının dışında da yapacağı üretimlerinin desteklenmesi gerekir. Ayrıca, bilimsel araştırma projelerine de daha çok bütçe ayırma gayretlerimiz öne çıkmak zorunda. Başka türlü olursa, mevcudu sürüklemiş oluruz. O da kötü bir şeydir.

Öğr. Gör. Serkan ÜNAL: Çok teşekkür ederiz Hocam, yoğun programınızda bize vakit ayırdınız.

Prof. Dr. M. Fatih ANDI: Sağ olasınız Serkan Bey. Allah hayırlı işlerinizi ve işlerimizi arttırsın ve kolaylaştırsın.